
Portekiz’e Uzanan Yolum: Aşkın, Riskin ve Yeniden Doğuşun Hikâyesi
İçerik Haritası
Merhaba! Benim adım Hemily, 25 yaşındayım, Brezilyalıyım ve şu anda Portekiz'de yaşıyorum.
Ancak bu ülkeyle olan hikâyem, burada yaşamayı hayal etmemden çok önce başladı.
Her şey 24 Aralık 2018'de, Birleşik Krallık'ta, Brighton'da başladı şu anda eşim olan Arif’le tanıştığım gün.
Başlangıç
Arif Türk, Konya ve İzmir arasında büyümüş geleneksel kültürle deniz esintisinin bir karışımı.
Ben ise Brezilyalıyım, kuzeydoğu Brezilya’nın canlı tropikal kenti Natal’de doğup büyüdüm; plajları, sıcaklığı ve feijoadalı hafta sonlarıyla meşhur bir yer.
Büyürken feijão com arroz (fasulye ve pilav), tapioka ve bol güneşle beslendim.
Yaklaşık 14 yaşıma kadar Brezilya'dan ayrılmayı hiç düşünmemiştim ama o zamanlar dünyayı görme hayalleri kurmaya başlamıştım. Yıllar sonra, üniversite tatilimde Brighton’da bir İngilizce kursuna gitmeyi başardım (o sırada Psikoloji lisansımı yapıyordum).
İngiltere’ye büyük bir heyecanla, geleceğimden emin olmadan ama unutulmaz günler yaşayacağımdan emin olarak indim. Ve gerçekten de öyle oldu.
İngiltere’de yaşamak her şeyi değiştirdi, her yerden insanlarla tanıştım, bugün hâlâ süren dostluklar kurdum ve yeni hayallere kapı açtım…
Tanışmamız
Arif'le Noel arefesinde tanıştık. Bütün süreci tek bir cümle ile özetlemek istiyorum. Noel arifesinde tamamen yabancı birine delicesine âşık olmak. (O film repliğini biliyor musunuz, It Takes Two'dan? "Yemek yiyemeyecek, uyuyamayacak kadar, yıldızlara uzanacak, çitin ötesine atlayacak, Dünya Serisi tarzında bir aşk." İşte aynen öyleydi.)
Sadece üç haftamız vardı, sonra ben Brezilya’ya ve “normal” hayatıma geri dönecektim. Ama bir şeyler değişmişti. Arif ve ben bu ilişkiyi bırakmaya hazır değildik.
Birlikte hayal kurmaya başladık — ilk planımız Kanada’ydı: yüksek lisans veya lisansüstü program başvurusu yapıp öğrenci olarak yurtdışında bir hayat kurmak.
Ama... bu hayal çok uzun sürmedi. Arif’in vizesi birkaç kez reddedildi ve biz bir anda en başa döndük.
Portekiz
Ve Portekiz sahneye çıktı.
Güzel bir ülke, ikimizinkine göre daha ekonomik olarak istikrarlı, büyüleyici manzaralar, nazik insanlar ve — bonus! — benimle aynı dili konuşuyor (ya da neredeyse aynı. Kuzey aksanı hâlâ bazen altyazı istetiyor).
Ayrıca burada zaten yaşayan birkaç akrabam vardı, bu da taşınmayı biraz daha az korkutucu hâle getirdi.
İlk ben geldim. Klinik Psikoloji yüksek lisans programına kabul edildim ve 4. sırada yer aldım (övünmek gibi olmasın… ama aslında evet, biraz övünüyorum).
Yanımda sadece özel derslerden biriktirdiğim 1.000 Euro vardı ve işim yoktu. Geriye dönüp baktığımda, yaptığım en az planlı şeylerden biriydi -hiçbir güvence yok, iş piyasasına dair bir fikrim yok ve kuzey Portekiz'de Vila Real adlı küçük bir şehirde yaşamanın ne kadar zor olacağını hiç bilmiyordum-.
Çok zorlandım.
Altı aydan fazla iş bulamadım, bu da tam zamanlı okurken oldukça zordu. O 1.000 euroyu mümkün olduğunca idareli kullanmaya çalıştım.
Bir fast food zincirinde çalıştım, sonra uzaktan müşteri hizmetleri işi buldum ama bu iş bir anda ekipçe işten çıkarılmamızla bitti.
Sonra elma toplama sezonu geldi. Evet, Ağustos’tan Kasım’a kadar elma topladım ve dürüst olmak gerekirse hayatımda yaptığım en zor ve en öğretici işti.
Bazı günleri hatta komple o yılı nasıl atlattığımı bile bilmiyorum. Fiziksel, duygusal ve zihinsel yorgunluk her şeyi sorgulamama neden oldu.
Şöyle şeyler duydum:
"Kıtalar arası taşınıp sandviç mi yapıyorsun?"
"Sen en iyisi eve dön, devlette çalış..."
Ama pes etmedim. Kendi kendime dedim ki: başka hiçbir şey olmasa bile, çocuklarımı ev işlerine zorlamak için elimde bolca hikâye olacak.
İkinci Evim Türkiye
Elma sezonu bitince çok yorulmuştum. Eğitimime ara verdim ve nişanlım (şimdiki eşim) ile vakit geçirmek için Türkiye’ye uçtum. Bu, bana çok iyi gelen bir mola oldu.
İlk başta dili bilmiyordum ama kendimi yine de çok sıcak karşılanmış hissettim Türkler gerçekten çok misafirperver ve cömert. Jestlerle, yemeklerle, gülümsemeyle… ve bana kelime kelime Türkçe öğreten kayınpederimle iletişim kurdum.
Zamanla sohbetleri anlamaya başladım, sonra katılmaya. Yavaş ama emin adımlarla, Türkiye ikinci evim gibi hissettirmeye başladı.
Bir gün Arif dedi ki: “Neden tekrar öğretmenliğe başlamıyorsun?”
Çocuklara ders verdiğimi hatırlıyordu ve dilleri ne kadar sevdiğimi de biliyordu.
Brezilyalılara İngilizce öğretmiştim, farklı kültürleri ve konuşma tarzlarını hep merak ederdim. İşte o zaman aklımda bir fikir belirdi:
Neden yabancılara Portekizce öğretmeyeyim?
Tıpkı benim gibi hayatını toplayıp başka bir yerde yeniden başlayan insanlara...
Ve öyle de yaptım. Şimdi geriye dönüp baktığımda yüzlerde öğrenci ve tamamlanmış binlerce ders görüyorum.
Bu yolculuğa başlayalı bir yılı geçti. Şimdi dünyanın dört bir yanından öğrencilere Preply üzerinden Portekizce öğretiyorum. İnsanların yeni bir hayata dil aracılığıyla ilk adımlarını atmasına yardımcı oluyorum ve bu bana büyük bir mutluluk veriyor.
Arif ve ben tekrar Portekiz’deyiz, büyük hayaller kuruyoruz, yıldızlara uzanıyoruz şimdilik tavana yapıştırdığımız fosforlu yıldızlar bile olsa bile...